Müzeyyen Ocakbaşı,
Müzeyyen Senar’dan şarkıların ağırlıklı
olduğu arka planda hafif bir müzik eşliğinde yenilen yemek ve sohbetle kaldırılan
kadehlerle küçük bir mekan. Ağustos, hava sıcak bahçede, sarmaşıkla örtülü
çardağın altında kurulu masa etrafında buluştuk.
Ocakbaşı meyhane olur mu? Oluyor. Meyhane
denilince mangalın etrafında cızlayan ızgaralardan tabağına bir parça alıp
yenilen yer olarak düşünmek tuhaf geliyor. Bu ilk deneyimim. Açıkçası ciğer,
kuzu şiş gibi ızgaralar olabilir. Ancak içinde hatırı sayılır bir kuzu yağı
hatta kuyruk yağı olması gereken Adana usulü kebapla birlikte rakı açıkçası benim
için ilginç bir deneyim oldu. Gelibolulu
Mustafa Ali’den (1541-1600) Aydın Boysan ve Vefa Zat’a kadar rakı gurmelerinin
ortak fikri rakıyla ağır kebaplar yenilmemesi gerektiği yönündedir. Bana göre
haklılar çünkü aynı gece kabuslarla bölük pörçük olan bir uyku tecrübem oldu.
Müzeyyen Ocakbaşı, kapalı alanı küçük, ilk
katta bir kaç masa ve bir kenarda bir mangal var. Tuvaletlerin de bulunduğu
ikinci kat biraz daha geniş. Yaz olduğu için bütün kapı ve pencerelerin açık
olması nedeniyle mangalın ve birazda kömür kokusu üst katı sarmıştı. İşletmenin
sunduğu ambiyans küçük ve nezih bir görüntü, ne çok konforlu ne de salaş.
Yemeklere gelince; mezelerin çok başarılı
olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten kavun ve peynirle geçiştirip ezme, gavurdağı
salatadan ve yoğurtlu patlıcandan biraz
tırtıkladık. Kebabın yanına bolca sumaklı piyaz soğan istedik. Öncesinde gelen
ciğer ve kuzu şiş ve lavaş için bir eleştirim yok. Ancak içki masasında kemikli
et olmasını doğru bulmuyorum. Pirzoladan öte kemikli ızgara kuzu eti. Mümkün
olduğunca çatalla yenilecek şekilde küçük parçalardan oluşmalı veya sıyırma,
parçalama işleri yapılmış olarak servis edilmelidir.
Artan et ve içki fiyatlarındanımdır,
altıncısı en pahalısıydı. Ama sohbet keyifliydi.
Yenibir lezzet ve sohbette buluşmak
üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder