18 Ağustos 2015 Salı

Müzeyyen Ocakbaşı, 

Müzeyyen Senar’dan şarkıların ağırlıklı olduğu arka planda hafif bir müzik eşliğinde yenilen yemek ve sohbetle kaldırılan kadehlerle küçük bir mekan. Ağustos, hava sıcak bahçede, sarmaşıkla örtülü çardağın altında kurulu masa etrafında buluştuk.

Ocakbaşı meyhane olur mu? Oluyor. Meyhane denilince mangalın etrafında cızlayan ızgaralardan tabağına bir parça alıp yenilen yer olarak düşünmek tuhaf geliyor. Bu ilk deneyimim. Açıkçası ciğer, kuzu şiş gibi ızgaralar olabilir. Ancak içinde hatırı sayılır bir kuzu yağı hatta kuyruk yağı olması gereken Adana usulü kebapla birlikte rakı açıkçası benim için  ilginç bir deneyim oldu. Gelibolulu Mustafa Ali’den (1541-1600) Aydın Boysan ve Vefa Zat’a kadar rakı gurmelerinin ortak fikri rakıyla ağır kebaplar yenilmemesi gerektiği yönündedir. Bana göre haklılar çünkü aynı gece kabuslarla bölük pörçük olan bir uyku tecrübem oldu.

Müzeyyen Ocakbaşı, kapalı alanı küçük, ilk katta bir kaç masa ve bir kenarda bir mangal var. Tuvaletlerin de bulunduğu ikinci kat biraz daha geniş. Yaz olduğu için bütün kapı ve pencerelerin açık olması nedeniyle mangalın ve birazda kömür kokusu üst katı sarmıştı. İşletmenin sunduğu ambiyans küçük ve nezih bir görüntü, ne çok konforlu ne de salaş.

Yemeklere gelince; mezelerin çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten kavun ve peynirle geçiştirip ezme, gavurdağı salatadan  ve yoğurtlu patlıcandan biraz tırtıkladık. Kebabın yanına bolca sumaklı piyaz soğan istedik. Öncesinde gelen ciğer ve kuzu şiş ve lavaş için bir eleştirim yok. Ancak içki masasında kemikli et olmasını doğru bulmuyorum. Pirzoladan öte kemikli ızgara kuzu eti. Mümkün olduğunca çatalla yenilecek şekilde küçük parçalardan oluşmalı veya sıyırma, parçalama işleri yapılmış olarak servis edilmelidir.

Artan et ve içki fiyatlarındanımdır, altıncısı en pahalısıydı. Ama sohbet keyifliydi.


Yenibir lezzet ve sohbette buluşmak üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder