25 Ağustos 2015 Salı

Ah Müzeyyen Vah Müzeyyen

Bu defa hızla organize edilen buluşmamız Müzeyyen Restoran’da gerçekleşti. En sevindirici yanı, hızlı bir organizasyonda az fire olmasıydı. Bir de Emrah Yıldız vardı, kendisi de tam bir şikemperver olan Emrah, varlığıyla, sohbetiyle neşe kattı geceye.


İkramlar
Yemekten önce pek çok ikram tadımı yaptık. Rakının eşlikçileri kavun ve peynir hep başköşede. Borani, yoğurtlu patlıcan, acı ezme, köz biber, gavurdağı… Hepsinin tadına baktık. Hepsinin içinde en favori Ezine peyniri oldu sanırım gece boyu. Ara sıcaklardan çöp şiş ve ciğer yüzümüzü güldürdü. Adana benim damak tadıma pek hitap etmediği için yorumsuz kalmayı tercih ederim ama pirzola hepimiz için bir sınavdı, zor bir sınav. Konuyla ilgili farklı tespitler yapıldı ve masada uzun süre ana konu oldu.


Servis
Serviste herhangi bir problem yaşanmadı. Başta biraz hızlı olsa da servis görevlilerine ‘geniş geniş’ oturacağımızı söylememiz üzerine istediğimiz tempoya kavuştu diyebilirim. Çalışanlar güler yüzlü ve ilgiliydi. Mekânın tamamen dolu olduğu zamanlarda da umarım aynı ilgi ve alaka yansıtılabiliyordur.


Mekan
Yeri ve ulaşımı son derece kolay bir yer Müzeyyen. Araçla gelenler için park sıkıntısı yok. Cadde üzerinde olmasına rağmen uzun kaldırım yolun karbondioksitinden uzaklaştırıyor. Bahçesi sarmaşıklar ve yeşilliklerle dolu, nezih bir mekân. İki kattan ve yazın rahatlıkla kullanılabilecek bir bahçeden oluşuyor. Ocakbaşı merdivenlerin tam başında, tuvaletler yukarıda, temiz. Ancak havalandırma biraz yetersiz. Sıcak havada dışarıda olduğumuz için rahatsız etmedi ama kışın tekrar değerlendirmek gerekir.


Fiyat
Fiyatlar beklediğimizin biraz üzerindeydi. Aslında salt bunu söylemek yanlış olacaktır. Fiyat yemek kalitesi karşılaştırmasında biraz dengesizlik oldu demek daha yerinde olacaktır. Ama Hüseyin Bey’in dediği gibi bu buluşmalara ara verdiğimiz yaz döneminde et ve içki fiyatlarındaki artışla da ilgili olabilir. Yine de normalde pek önemsemediğimiz adisyona bakmadan geçemedik. Kısacası her keseye uygun olduğu söylenemez.



Velhasılıkelam, şehrin ortasında yeşillikler içinde daha çok hoş sohbetle doyduğum bir gece geçirdim.

18 Ağustos 2015 Salı

Müzeyyen Ocakbaşı, 

Müzeyyen Senar’dan şarkıların ağırlıklı olduğu arka planda hafif bir müzik eşliğinde yenilen yemek ve sohbetle kaldırılan kadehlerle küçük bir mekan. Ağustos, hava sıcak bahçede, sarmaşıkla örtülü çardağın altında kurulu masa etrafında buluştuk.

Ocakbaşı meyhane olur mu? Oluyor. Meyhane denilince mangalın etrafında cızlayan ızgaralardan tabağına bir parça alıp yenilen yer olarak düşünmek tuhaf geliyor. Bu ilk deneyimim. Açıkçası ciğer, kuzu şiş gibi ızgaralar olabilir. Ancak içinde hatırı sayılır bir kuzu yağı hatta kuyruk yağı olması gereken Adana usulü kebapla birlikte rakı açıkçası benim için  ilginç bir deneyim oldu. Gelibolulu Mustafa Ali’den (1541-1600) Aydın Boysan ve Vefa Zat’a kadar rakı gurmelerinin ortak fikri rakıyla ağır kebaplar yenilmemesi gerektiği yönündedir. Bana göre haklılar çünkü aynı gece kabuslarla bölük pörçük olan bir uyku tecrübem oldu.

Müzeyyen Ocakbaşı, kapalı alanı küçük, ilk katta bir kaç masa ve bir kenarda bir mangal var. Tuvaletlerin de bulunduğu ikinci kat biraz daha geniş. Yaz olduğu için bütün kapı ve pencerelerin açık olması nedeniyle mangalın ve birazda kömür kokusu üst katı sarmıştı. İşletmenin sunduğu ambiyans küçük ve nezih bir görüntü, ne çok konforlu ne de salaş.

Yemeklere gelince; mezelerin çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten kavun ve peynirle geçiştirip ezme, gavurdağı salatadan  ve yoğurtlu patlıcandan biraz tırtıkladık. Kebabın yanına bolca sumaklı piyaz soğan istedik. Öncesinde gelen ciğer ve kuzu şiş ve lavaş için bir eleştirim yok. Ancak içki masasında kemikli et olmasını doğru bulmuyorum. Pirzoladan öte kemikli ızgara kuzu eti. Mümkün olduğunca çatalla yenilecek şekilde küçük parçalardan oluşmalı veya sıyırma, parçalama işleri yapılmış olarak servis edilmelidir.

Artan et ve içki fiyatlarındanımdır, altıncısı en pahalısıydı. Ama sohbet keyifliydi.


Yenibir lezzet ve sohbette buluşmak üzere...
ÇAMUR ŞEVKETTE BİR KIR HAVASI

Geçmiş zamanlarda içkili yerlerin tabelalarında lokanta, restoran ifadesi yer alır içkiyi çağırıştıracak ifade yer almazdı. Eskişehir'de bunun örneklerini görmek mümkün. “Çamur Şevket” “Kör Kamil” bu kültürün günümüzdeki örnekleri olarak görülebilir. 

Çamur Şevket şehrin ortamından kaçmak için ideal bir yer. Eskişehir - Kütahya karayolu üzerinde yaklaşık on iki kilometre kadar. Hem şehrin gürültüsünden uzak hem de yakın. Ancak kara yolunun kenarında. Bahçesinde çiçek açmış meyve ağaçları ve henüz yaprak açmaya başlamış ağaçların altında oturmak başka bir huzur kaynağı. Yine her zamanki gibi ilk giden ben değildim. Hatta en son ben katıldım. 

Çamur Şevket meyhane mi? İçkili Lokanta mı? Açıkçası karar veremedim. Kapalı bir alanı var. Soğuk havalarda oturulabilir. Ancak ısıtma sistemleri hatta sobaları yok. Bahçesi geniş, birde kulübe var. Tek katlı, ahşap evcik gibi bir yer. İtalyanca sözlükte “gazino” kulübe evcik anlamına geliyor. Bu anlamda gazino denilebilir. Sözlükte “gazino” aynı zamanda müzikli lokanta anlamına da geliyor. Burada canlı müzik yok. Yüksek olmayan bir sesle müzik yayını var. Tabi iki içki de var, yemek de var. 

İçkilerimizi yudumlarken, açık hava, mis gibi bahar kokusu ile birlikte güzel müzikler eşliğinde batan güneşin grubunu izleme fırsatı olmadı. Çünkü akşama doğru hava bulutlanmış ve hızla soğumaya başlamış, rüzgarda çıkmıştı. Yıllardır gittiğim açık mekanlarda görürüm, üşüyenlere servis elemanları şal getirir. Ama hiç kullanmamıştım. Her ne kadar kalın giyinmiş olsam da, fermuarımı sonuna kadar sıkıştırsam da Mayısın sekizinde karşılaştığım bu soğuğa daha fazla direnemeyip bende bir tane istedim. Herkes birer ikişer sarınıp sohbete devam ettik. Izgaralar biter bitmez hızla kapalı alana geçip sohbetimizle içimizi, ortamın ısısıyla dışımızı ısıttık. 

Yemeklere gelince, ekiple buluştuğumda arkadaşlar siparişleri vermişler, mangallar yanmaya başlamış, masada çoban salata, roka, beyazpeynir ve yoğurt vardı. Elbette rakı. Daha ne olsun mangalın yanında ızgara, tepsilerde hazırlanmış köfte ve böbrek yatağı duruyordu. Izgaranın başında duranlar işi bilen olunca ve keyifle yapınca daha lezzetli oluyor. Kişi sayısı kadar mangala et konuluyor yenildikçe tekrar pişiriliyor. Yanına bolca közlenmiş biber, domates ve közde kızarmış ekmek olunca lezzet algısının üst sınırlarında bir yolculuğa çıkarıyor. Soğuk nedeniyle ızgaralar biter bitmez kapalı alana geçtik. İçeride karışık meyve, dondurmalı irmik ve sonunda çaylarımızı içip hesabı istedik. Makul bir hesap geldi.

Servisle ilgili hiç bir sorun yaşandığını hatırlamıyorum. Hatta ortalarda gezinen akbaş kırması bile masamıza o kadar sokulmadı. Soğuk nedeniyle zaten epey bir süre tek masa bizdik. Kalabalık zamanlarda servis nasıl olur, açıkçası bilmiyorum. Salatalar anlık yapılmış, roka güzelce yıkanmış ve ayıklanmış, peynir iyiydi. Tava yoğurdu kalıp olarak tabakta hiç bozulmadan geliyor, tekrar istediğimizde de aynı şekilde servis edildi. İyi bir muhabbetten başka insan ne ister ki... 
O da vardı. 


Başka muhabbetlere...